“Ben senin böyle bir yaşam görüşün olduğuna inanamam. Senin vicdanın zaten öylesine temiz, gönlün öyle rahat ki acı anıların ne demek olduğunu bilmezsin bile. Ama ben öyle miyim ya? İster istemez acı şeyler geliyor aklıma. Bu anıları silemiyorum. Silmem de doğru olmaz zaten. Onlardan ders almalıyım. Oldum olası bencil yaratığın biriyim. Gerçi küçükken bana bencil olmamayı sözle öğrettiler, ama bencil huylarımı düzeltmek için hiçbir şey yapamadılar. İlke gütmeyi öğrettiler bana ama gururlu, kibirli olmama ses çıkarmadılar. Annemle babam tek erkek evlatları, hatta uzun yıllar tek çocukları olarak, beni pek şımartırlardı. Kendileri çok iyiydiler. Hele babam bir iyilik ve insanlık örneğiydi. Ama benim başkalarına tepeden bakan, başına buyruk biri olarak yetişmeme göz yumdular. Hatta beni bu yolda cesaretlendirdiler. Kendi ailem dışında kimseyi sevmez, bütün insanları hor görürdüm. İşte böyleydim ben, sekiz yaşından yirmi sekiz yaşına değin. Sen olmasaydın, hâlâ da böyle kalacaktım, güzel Elizabeth! Sevgilim Elizabeth! Neler borçlu değilim ki sana! Sen bana ders verdin. Önce zor geldi, ama çok yararı dokundu bana. Senin sayende, hak ettiğim gibi burnum sürtüldü. Sana ilk geldiğim zaman evlenme isteğimi kabul edeceğine yüzde yüz inanıyordum. Sen bana, gerçekten sevilmeye değer bir kadının sevgisini kazanabilmek için daha başka erdemlere sahip olmam gerektiğini öğrettin.”