Suçun da, kanıtın da, belki kararın bile çoktan hâkimin elinin altında hazır olduğu davaları izlemek korkunçtur; eksik olan sadece itiraftır; o da sanığın içinde saklıdır ve ne kadar çekiştirse, zorlasa da bir türlü dışa vurulamaz. İtirafı, direnen etinin içinden bir kancayla yırtıp çıkartmak gerektiği için sanığın kıvranıp durmasını izlemek tüyler ürperticidir. Bazen yukarıda, gırtlağına yakın bir yerdedir, içeriden dayanılmaz bir güçle yukarı doğru itilir, sanık boğulacak gibi olur, neredeyse itiraf edecektir, o anda yine o karşı konulmaz uğursuz güce yenilir, o anlaşılması güç inat ve korkunun esiri olup itirafı gerisin geriye yutuverirler. Ve kavga yeniden başlar. Bazen hâkim böylesi durumlarda sanıktan çok daha fazla azap duyar. Oysa sanık, aslında yardımcısı olan hâkimi her zaman bir düşman olarak görür. Ve benim müvekkilimi itiraf etmemesi için avukatı olarak uyarmam, yalanlarını desteklemem ve pekiştirmem gerekir, değil mi? Ama içimde çoğunlukla bu cesareti bulamam; çünkü itiraf etmemek, itiraf edip de ceza almaktan daha büyük bir azap onlar için. Aslına bakarsan hâlâ anlayamadığım şey, insanın tehlikesini bilerek bir suçu işledikten sonra itiraf etme cesaretini bulamayışıdır. İtirafı engelleyen bu basit korkuyu her türlü suçtan daha zavallıca buluyorum.