Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi efendi, üç arkadaşı Musa Bey, Ali Bey ve Emin Bey'le can sıkıntısından atlarına atlayıp Acıpayam'a doğru at koşturmuşlardı. Arada bir de durup son günlerin olaylarını konuşmuşlardı aralarında. O gün, tekmil Anadolu'da olduğu gibi büyük bir yas vardı Denizli'de. Herkesin içi kan ağlıyordu. Müftü son konakladıkları yerde sakalını sıvazlıyor, iri taneli tespihini çekiyor, ara sıra da belinden hiç eksik etmediği toplu tabancayı yokluyordu. Yunan askerinin 15 mayısta İzmir'e ayak basmasına şöyle böyle üç, üç buçuk ay vardı daha. Ama tedirginliği ve sancısı şimdiden tüm yürekleri kasıp kavuruyordu. Ya onlar işgal kuvvetlerinin, başta bunun için davul çalıp göbek atan İngilizler olmak üzere işgal kuvvetlerinin desteğinde gelir, bir daha da çıkmak bilmezlerse İzmir'den? Sonra iş yalnızca İzmir'le kalmayıp tekmil ülkeye yayılırsa, bir çığ gibi büyüyerek, ne olacaktı ulusun hali? Dört yüz yıl önce Anadolu'da onurlu Türk halkının iyi huylu komşusu, hatta kedisinin, köpeğinin çobanı Rumlar İstanbul'a, İzmir'e, Konya'ya, Antalya'ya, Antep'e, Urfa'ya, Maraş'a ve tekmil Çukurova'ya işgal kuvvetleri girince şımarmışlar, özellikle İstanbul ve İzmir'de Türkleri sokağa çıkmaz etmişlerdi. Hele hele İzmir'de, Kordonboyu'nda İngiliz, Fransız, İtalyan kadınları bile Kordon'a inip gezinemiyor, mutlaka sarhoş Rumların tacizine, saldırısına uğruyorlardı. Tüm bunları aralarında konuştuktan sonra, atlarına atlayıp Denizli'ye dönmüştü Ahmet Hulusi Bey'le arkadaşları.