Tıpkı dibinde inciler saklayan dipsiz bir deniz gibidir yüzümüz. Ruhumuzun derinliklerinden kopup gelen her sır, yüreğimizin köşelerinden sızıp gelen her duygu hemen yüzümüzün detaylarına taşınır. Sonra ellerimiz. İncecik parmaklarla dünyanın yükünü kavrayan ellerimiz. Eşyayı bize yakınlaştırmaya ve yakıştırmaya ayarlı parmaklarımız. İnce belli bir bardağı zarif parmak hareketleriyle kavrarken, hiç farkında olmadan hem estetik gerekleri hem de işlevsel zorunlulukları yerine getiririz. Alabildiğine şeffaf ve belli belirsiz ama etkisi itibariyle somut ve aşikâr olan envai çeşit kokuyu ruhumuza taşıyan burnumuz. Bizleri hayatın en temel özüyle, sesle yani sözle, anlamla tanıştıran kulaklarımız. Cenneti ellerimizin altında hissettiren dokunma duyumuz.
Yediğimizin, içtiğimizin karşı konulmaz lezzetini hissettiren tat alma duyumuz. Aslında insan ve yaradılmış olan her şey, kâinatın şiirine bir dize yazar. Bütün dizelerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan anlam, müthiş bir ahenkle bizleri kendisine katılmaya çağırır. Şimdi, varlığın şiirine katılma zamanı.