birine kendisinden başka kimsenin benden alamayacağı şeyi sunuyordum. Pek çok sevgiyi, pek çok mutluluğu, pek çok şehveti, öte yandan pek çok tedirginliği, pek çok acıyı tattım, yaşamımda elden kaçırılmış tüm sevgiler bu düş saatinde sihirli bir şekilde bahçemde açtı; tiril tiril nazlı çiçekler, alev alev göz kamaştıran çiçekler, bir anda sararıp solan mahzun çiçekler, titrek yanan şehvet, sıcak düşler, kor gibi hüzünler, korkuyla ölmeler, ışıl ışıl yeniden doğuşlar. Öyle kadınlar gördüm ki, ele geçirilmeleri aceleyi ve baskın tarzında saldırıyı gerektiriyordu. Yine öyle kadınlar gördüm ki, kendilerine uzun süre ve özenle kur yapmak bir mutluluktu. Yaşamımın bir zaman, bir dakika boyunca olsun, şehvetin çağrısının işitildiği, bir kadın bakışının içimde sevgi ateşini tutuşturduğu, bir kızın ak teninin pırıltısının beni büyülediği tüm loş köşeleri yeniden boy gösteriyor, kaçırılmış bütün fırsatlar yeniden değerlendiriliyordu. Kızların kadınların hepsi benimdi, her biri kendi tarzında benim oluyordu. Örneğin, bir zaman seyir halindeki bir ekspresin koridorunda, bir pencere önünde on beş dakika yanı başında dikildiğim, sonradan sık sık rüyalarıma giren, keten sarısı saçları ve ilginç koyu kahverengi gözleriyle o kadın - hiçbir şey söylemeden akla gelmedik, korkutucu, ölümcül sevişme hünerlerini öğretti bana. Sonra, pürüzsüz cildi ve sessiz, kristal gülümsemesi, düz taranmış simsiyah saçları ve ıslak gözleriyle, Marsilya limanındaki o Çinli kadın da kimsenin duyup işitmediği şeyler biliyordu. Her birinin kendine özgü bir gizi, kendine özgü bir toprak kokusu vardı; her biri ötekilerden ayrı bir öpüşle öpüyor, ötekilerden ayrı bir gülüşle gülüyor, her biri kendine özgü bir utangaçlığı, kendine özgü bir arsızlığı sergiliyordu. Geliyor ve gidiyorlardı; ırmak onları sürükleyip bana getiriyor, beni sürükleyip onlara götürüyor, sonra yine onlardan alıp uzaklaştırıyordu; şehvet ırmağında oyunsu ve çocuksu bir yüzmeyeli bu, güzellikler, tehlikeler ve şaşırtmacalarla dolup taşan. Ve ben yaşa