İsraf, sadece malı-mülkü ölçüsüzce harcayıp hebâ etmek değildir. O, hayatın bütün safhalarıyla alâkalıdır.
Bilmeliyiz ki; ömrü boş geçirmek, yeme-içme ve giyimde haddi aşmak, sıhhati lüzumsuz yerlerde zâyî etmek, tefekkürü rûhânî manzaralara değil de nefsânî vitrinlere yönlendirmek, faydasız ilimle meşgul olmak ve ilmi, nefsânî menfaatlere âlet etmek, birer israftır. Hele eğitimde, evlâtları sırf dünyevî istikbâl kaygılarıyla mânevî terbiyeden mahrum olarak yetiştirmek, israfların en büyüğü olan “insan isrâfı”dır.
Kazancın mânevî keyfiyeti, onun sarf edilişinde kendini gösterir. Helâl kazanç hayra, haram kazançsa israf ve cimrilik gibi şerre sermâye olur. İsraf; aşağılık duygusunu bastırmak için mal-mülkle îtibar satın alma çabasıdır. Cenâb-ı Hak bunun ne büyük bir felâket olduğunu şöyle beyan buyurur:
“Saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir!..” (el-İsrâ, 27)