“Cevapları sürekli ertelenmiş önemli soruların çözümlerini talep etmektense, dünyanın üçkâğıtçılar ve aptallardan oluştuğunu, hayvanlar ve bitkiler gibi içgüdüsel bir düzene sahip olduğunu kabullenmek daha kolaydır. Eğer ortada karşı karşıya gelinmesi gereken bir direnç, bir anlaşmazlık ve atalet olmamış olsaydı tüm teorik dengeler altüst olurdu, ne değişmez uzuvlarımızın, ne de kalıtsal yatkınlıklarımızın farkında olabilirdik; günlük ve saatlik olarak değişimler yaşayan, yalancı ayaklar çıkaran amiplerden bir farkımız olmazdı.
Milyonlarca yıldır süregelen bir yaşam biçiminin içine doğmuş olduğumuz doğrudur; bizden evvel yerleşmiş ve bizim mukayese ettiğimiz alışkanlıklar oldukça köklü oldukları için tarafımızdan sarsılmaları zordur. Bu nedenle, denesek belki de keyif alacağımız birtakım şeylere karşı doğrudan nefret besleriz. Ancak bizim konumuz, beğeni ve nefretlerimizin hangi sebeplerle ortaya çıktığı değil, aksine onların ta kendisidir. Canlıların değişime uğrama yetilerinin olduğunun keşfedilmesi büyük bir şaşkınlıkla karşılanmış ve bu keşfe karşı yapılan, ham, sığ ve abes ifadelerin yerini aydınlanmaya bırakması yüz yıldan fazla zaman almıştır. Canlıların değişime karşı duran tarafının, değişimi destekleyen tarafından daha ağır olması nedeniyle, sağduyu ve tahammülü takdir etmeyi öğrenmemiz de başka bir yüzyıla mâl olabilir.”