Okudukça, dizelerin arasına dalıp kendimden geçtikçe, tehlikeli bir biçimde özdeşleşiyordum Piraye'yle.
Tiyatro sahnemde, bundan sonraki rolüm belliydi artık. Nâzım Hikmet'in Piraye'si rolünü oynamak…
Peki bana eşlik edecek oyuncu kim olacaktı?
Bunu düşünmek bile anlamsızdı; karşımda Nâzım vardı ya…
ŞİİR YÜZLÜ PİRAYE… Kendi yazdığı senaryolarda yaşıyor.
…Kim olursa olsun: evleneceğini insan, benim varlığımı yok sayarak bir başkasıyla beraberlik yaşayacak ve ben buna seyirci kalacağım ha… Yazgıymış!
İnanmıyorum yazgıya falan… Onu yaratan da, şekillendiren de bizleriz. Benim yazgını kendi çizeceğim yoldur! O yolda beraber yürümeyi kabullendiğim insanı da kimseyle paylaşamam ben…
YAZGIYA BİLE KAFA TUTACAK KADAR YÜREKLİ… Özgürlüğe âşık!
Ancak, başkaları tarafından yerinden oynatılan kilometre taşlarının, gene başkalarınca gelişigüzel dizilmesiyle önüne serilen yolda yürümeye mecbur rakılınca… İşler değişiyor.
…Hiç hayıflanma, o şiirsellikten uzak düştün diye. Gözlerini aç ve o günlerde öremediğin gerçeği gör artık…
Nâzım da o sevda yüklü dizelerini eliyle bir kenara ilip, daha sıcak bulduğu kollara koşmamış mıydı?
Haşim'in yaptığı, onunkinden çok mu farklı?
…Kendince tanrılaştırdığı, tapınmaktan gurur duyduğun putların, gerçekte birer taş parçası olduğunu ne zaman kavrayacaksın?
Ama gönlün gerilerde bir noktaya takılı kaldıysa eğer, sevinebileceğin bir gerçek duruyor orada.
İşte şimdi. Nâzım'ın kızıl saçlı Piraye'siyle tam olarak özdeşleştin.
Kutlu olsun.
Fırtına gibi bir yaşam öyküsünün başoyuncusu oluveriyor PİRAYE…