«Benim Kasabamın İnsanları"nı yazarken, aklımda tek bir düşünce vardı. «Okur, okuduğu eserde kendi kasabasının sıcaklığını hissetmeli, kitabın her hangi bir sayfasında mutlaka kendinden bir şeyler bulmalıydı.»
Yalnızca benim kasabamın insanlarını değil, okurun kendi kasabasının insanlarını da anlatsın, okuru, sayfalar arasından kendi kasabasına götürecek bir kitap olsun istemiştim. Hatta, kasaba sıcaklığını yaşamamış olanlara da o sıcaklığın nasıl bir şey olduğunu okurun kulağına fısıldasın, istiyordum.
Evet, ben bu kitabı yazarkenki düşüncem; çocukluk dönemimin kasabasının insanlarını, yani; bizi yetiştiren, bizi hayata hazırlayan, -ailemizin dışındaki yakınlarımızın da anlattıkları gibi— yaşamın anlamının daha çok birbirimizi sevmekten, birbirimize inanmaktan ve birbirimize gösterilen saygıdan geçtiğini anlatmaktı.
Büyük şehirlerin acımasızlığını, çoğu zaman duygusuzluğunu, umursamazlığını, özetle, 'büyük şehirlerin vicdanı olmadığını' -bir anlamda benim kasabalılarımın anlatımıyla— size anlatmak istedim. Ve bunu yaparken; yürekten yüreğe kurulan köprülerin hiçbir zaman yıkılamayacağının da üstüne vurgu yapayım, istedim.
Özlemle, saygıyla ve sevgiyle…