Korkusuz Şehzade
GELECEĞİN YAVUZ SULTAN SELİM’İ, çocuktu. Henüz beş-altı yaşlarında bir çocuk... Amasya’daki sarayın bahçesinde tek başına ok atma talimi yapıyordu. Koca yay, boyunu aşıyordu; fakat daha o yaşta, attığını vurmaya başlamıştı.
Son okunu da hedef tahtasının tam ortasına saplamayı başarınca sevinçle el çırptı. “Ya Hak!” diye bağırdı.
Babası Sultan İkinci Bayezit, ne zamandır bir ağacın arkasına saklanmış, oğlunu gözetliyor, için için seviniyordu. Son oku da tam hedefe isabet ettirince dayanamadı, saklandığı yerden çıkıp oğluna sarıldı:
“Allah, gücüne güç katsın, oğlum! Ama niçin yalnızsın?” Küçük Selim, iri gözlerini hayretle açtı:
“Yalnız değilim ki Sultan babam; Allah her yerdedir!”
Aldığı cevap, Bayezit’i hayli şaşırttı. Fakat bunu belli etmedi.
“Ok talimi yapmak için küçük sayılmaz mısın?” diye sordu.
“Hayır.” dedi, küçük Selim, “İnsan ömrü her şeyi öğrenmeye yetecek kadar uzun değildir. Bir şeyler öğrenmek isteyen, işe küçükken başlamak zorundadır. Hele şehzadeler, herkesten fazla bilgiye sahip bulunmazlarsa nasıl serdar (kumandan) olabilirler?”
Sultan Bayezit’in şaşkınlığı iyice arttı. Oğluna daha sıkı sarıldı. O kadar az birbirlerini görebiliyorlardı ki adamakıllı özlemişti.
“Bunları sana kim öğretiyor?” diye sordu.
Selim, çekinmeden cevap verdi:
“Hocam Muhyittin Efendi ile anam Gülbahar Hatun...”
Sarayın bahçesi ulu ağaçlarla süslüydü. Bir ormandan hiç farkı yoktu. Devlet düşmanları bir yerlere saklanıp şehzadesine zarar verebilirlerdi. Bu düşünce, yüreğini ürpertti.
“Oğulcuğum,” dedi, “tek başına buralarda dolaşma. Düşmanlarımız var. Allah korusun; sana bir kötülük etmek isteyebilirler!”
Selim durakladı. Duyduklarına hayret eder gibi babasına baktı. Sonra, iki yaşından beri belinden eksik etmediği küçücük kılıcını çekip babasına gösterdi.
“Pederim!” diye konuştu sertçe, “Bu kılıcı belimize süs için bağlamadık! İcap ederse kendimizi korumasını biliriz. Hem, pederimizin korkusundan dünyanın öbür ucundaki düşmanın yüreği titrerken sarayın bahçesine girmeye kim cesaret edebilir?”
İkinci Bayezit, hayretinden donakalmıştı. Bu sözleri beş yaşında bir çocuk nasıl söyleyebiliyordu? Hayır, onda, kimsede olmayan bir şeyler vardı. Vaktinden önce gelişmiş, aklı boyundan fazla uzamıştı.