Cennete Mektup
Sevgili Selçuk,
“Geçmiş zaman olur ki, hayali cihana değer” derler. Şimdi seninle eskiden olduğu gibi sohbet edeceğiz. Hani şu birlikte olduğumuz, şiirden, tasavvuftan konuştuğumuz zamanlardaki gibi. Önce şunu ifade edeyim ki, ölümün acısını geriye kalanlar belki daha çok çekiyorlar. Sevenler, sevdikleriyle beraber taksit taksit ölüyorlar. Ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsun sanırım. Mahir bey hocamızın vefâtında bu duyguyu sen de yakından yaşadın. Ancak o zamanlar gençtik. İleriye dönük hayallerimiz ve ideallerimiz vardı. Gerçekleştirmek istediğimiz emeller peşindeydik. Onlar bizi dünyaya bağlıyor, ayakta tutuyordu. Oysa hepsinin birer tûl-i emel olduğu zamanla anlaşıldı: Kimlere güvenmiş, nelere bel bağlamışız. Dev sandıklarımız birer cüce, arslan zannettiklerimiz birer çakal çıktı. Hayat galiba kırk yaşına kadar hayal kurmak, kırkından sonra da hayal kırıklığına uğramaktır…
O mübarek Mîrac gecesinde sen bizi perişan edip gittikten sonra hepimiz seni anmaya, birbirimize anlatmaya başladık. O günden beri seni konuştuk durduk. Acaba bizim anlattıklarımız gerçekten sen miydin? Senin şahsında biraz da kendimizi anlatıyorduk. Evet, evet daha çok kendimizi anlatıyorduk. Başka türlü de yapamazdık. “Mü’min mü’minin aynası” olduğuna