Hasan Kamil Yılmaz

  • Yüksel Özhas quoted10 months ago
    Allahsız kâinat, ruhsuz madde, dinsiz insan” parolasıyla yola çıkan materyalizm, insanı, beden denilen et ve sinir yumağının ihtiyaç ve nazlarından ibaret daracık bir
  • Yüksel Özhas quoted10 months ago
    Muhammed İkbal, asrın bu çarpık anlayışını sert bir dille kınarken “Yirminci asır insanı, okyanusun derinliklerinde gezinmeyi, göklerin yüksekliklerinde uçmayı öğrendi, ama yeryüzünde insan gibi yürümeyi unuttu” diyor. Bu konuda Kur’an, şu uyarıyı yapıyor: “Ey inananlar! Siz, Allah’ı unutup, Allah’ın da onlara, kendi
  • Yüksel Özhas quoted10 months ago
    Cennete Mektup
    Sevgili Selçuk,
    “Geçmiş zaman olur ki, hayali cihana değer” derler. Şimdi seninle eskiden olduğu gibi sohbet edeceğiz. Hani şu birlikte olduğumuz, şiirden, tasavvuftan konuştuğumuz zamanlardaki gibi. Önce şunu ifade edeyim ki, ölümün acısını geriye kalanlar belki daha çok çekiyorlar. Sevenler, sevdikleriyle beraber taksit taksit ölüyorlar. Ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsun sanırım. Mahir bey hocamızın vefâtında bu duyguyu sen de yakından yaşadın. Ancak o zamanlar gençtik. İleriye dönük hayallerimiz ve ideallerimiz vardı. Gerçekleştirmek istediğimiz emeller peşindeydik. Onlar bizi dünyaya bağlıyor, ayakta tutuyordu. Oysa hepsinin birer tûl-i emel olduğu zamanla anlaşıldı: Kimlere güvenmiş, nelere bel bağlamışız. Dev sandıklarımız birer cüce, arslan zannettiklerimiz birer çakal çıktı. Hayat galiba kırk yaşına kadar hayal kurmak, kırkından sonra da hayal kırıklığına uğramaktır…
    O mübarek Mîrac gecesinde sen bizi perişan edip gittikten sonra hepimiz seni anmaya, birbirimize anlatmaya başladık. O günden beri seni konuştuk durduk. Acaba bizim anlattıklarımız gerçekten sen miydin? Senin şahsında biraz da kendimizi anlatıyorduk. Evet, evet daha çok kendimizi anlatıyorduk. Başka türlü de yapamazdık. “Mü’min mü’minin aynası” olduğuna
  • Yüksel Özhas quoted10 months ago
    göre, herkes sende gördüğü kendisini anlatıyordu. Seni tanıyanlar böyle yapıyordu. Seni yakından tanımayanlara, seni kelimelerle anlatmanın faydalı olacağına inanmak istemiyorum. Çünkü insanların tanışmaları yalnızca kelimelerle olmuyor. Bazen bir iyi hareket, bin güzel sözden daha tanıtıcı oluyor. Dış görünüşünü, atletik beden yapını, o güzel endamını, boyunu bosunu, kaşını gözünü, sıcak bakışlarını, tatlı dilini, sabırlı ve mütevekkil halini, insana güven veren dostça yaklaşımını konuşup duruyoruz: Yiğit insandı, alperendi, gönlü gözü toktu, cömertti, hamiyetliydi, derviş meşrepliydi, kibardı, iffet ve haya sahibiydi, vefalıydı diyoruz. Seninle ilk tanıştığımız günden itibaren bu hallerini sevmiş ve beğenmiştim. Ne yalan söyleyeyim, bu meziyetlerine imrenmiştim. Zaman zaman kendi kendime bu çocuk yoksa melek mi diye sorduğum da olmuştur. Çünkü bir insanda bu kadar iyi huy bir arada olamaz, insanoğlu bu kadar iyi niyetli olamaz diye düşünmüştüm. Sahi sen nasıl bu kadar iyi, herkese bu kadar dost olabiliyordun? Bunu anlayabilmiş değilim.
    Seni çok sevdiğimi biliyordum. Sen de bunun farkındaydın. Ancak ben seni bütün bu güzel hallerinin, eşsiz hasletlerinin ötesinde daha derin duygularla sevdim. Sen de biliyorsun ki, bu saydığım meziyetler iki insanı dost yapmaya yetmez. Gönülden gönüle akan meveddet ırmakları olmadıkça insanlar birbirlerine dost olamazlar. Bana sorarsan, iman gibi, hidayet gibi, dostluk da kalblerimizi kudret parmakları arasında tesbih gibi çeken ilahî
  • Yüksel Özhas quoted10 months ago
    iradenin eseridir. “Vedûd” isminin tecellisiyle meydana gelir. Sevmek de sevmemek de kulun elinde değil, kişi ile kalbi arasına giren Allah’ın iradesiyledir. İlâhî iradenin böyle tecelli etmesi için “nefs-i emmâre”nin aradan çekilmiş olması lâzım. Evet, aynen böyledir. Ne demişler “Çekilirsen aradan, kalır seni Yaradan”. Dünya insanları sevgi deyince ya şehveti, ya da menfaati anlıyorlar. Câmide zaman zaman Cuma vaazlarında ilâhî aşktan, dostluktan ve muhabbetten konuşurdum. İrfan sahibi bir dostum beni uyardı: “Hocam, siz çok güzel anlatıyorsunuz, ama inanın bu cemaatin yarısından fazlası aşk deyince seks anlıyor” dedi. Bu durumdakiler, ilâhî aşkın ve ona bağlı olan, yani “hubb-i fillah” esasına dayanan gerçek dostluğun yüceliğini nasıl anlayacaklar? Onlar onu tatmadan, tanımadan bu dünyadan göçüp gidecekler. Hani bir gün her şeyi para ile ölçen, para ile değerlendiren insanlardan, onların kuru ve karanlık dünyalarından söz ediyorduk. Ben “onların dünyasında her şey paradır. O dünyada para etmeyen hiçbir şeyin değeri yoktur. Kutsal dedikleri de paradır” demiştim de herkes hayretle birbirine bakmıştı. Yalnızca sen bana hak vermiştin, “Emin doğru söylüyor” demiştin. Sonra da Ziya Paşa’nın şu beytini okumuştun:
    “İman ile din akçedir erbâb-ı gınâde
    Namûs-ı hamiyyet sözü kaldı fukarâde”
    Ah sevgili Selçuk, ah!
  • Yüksel Özhas quoted10 months ago
    beraber oluyorum. Bundan dolayı sana sık sık mektup yazacağım. Çünkü sana anlatacağım şeyleri başkalarına açamıyorum. Yanlış anlamalarından korkuyorum. Bundan sonra ya susmalıyım, ya da herkesin bildiği şeyleri tekrar etmeliyim. Yeni bir şey söylememek de zaten susmak demektir.
    Seni seviyorum ve seni bana sevdiren Allah’a hamd ediyorum.

    [3]. Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi
    [4] Yûsuf, 12/64: “Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir.”
  • Yüksel Özhas quoted10 months ago
    Zira Hz. Ömer: “Bir kimse hakkında şahitlik edebilmek için o şahısla ya komşu olmak veya beraber yolculuk etmek; yahut onunla alış veriş yapmak gerekir” buyurmuştu. İşte ben Selçuk bey ile
  • Yüksel Özhas quoted10 months ago
    Hz. Peygamber’in (s.a.) Hz. Yusuf’un güzelliği ve cennette insanların ona benzeyecekleri hakkındaki hadisine de mazhardı. Bu güzellik ona dünyada iken yansımıştı. Vakurdu; hareketleri, duruşu ve yürüyüşü gönüllere huzur, kalplere sükûn ve mutluluk veriyordu
  • Yüksel Özhas quoted10 months ago
    İnsanlar anlaşılmadıklarından, kendilerini hakkiyle anlayan kimseciklerin olmadığından yakınır dururlar. Oysa ben, seninle olduğum zaman, en ince duygularımı bile en sert ve kaba bir dille ortaya koymaktan sakınmazdım. Anlaşılmayacak veya yanlış anlaşılacak diye bir endişeye kapılmazdım. Sen onları yine de bütün inceliğiyle anlardın. Demek istediğimi, istediğimden de doğru anlardın: “İbadetlerimiz kuru ve nefsânî. Namaz, huşû ile cehd ile kılınırsa namazdır. Yoksa jimnastik bile olmaz. Hayatımda namaza benzer iki rekat kılmış olsam gam yemeyeceğim. İbadetlerine güvenenler, galiba bir ömür boyu namaz kıldığı halde gerçek namazı hiç kılmamış olanlardır. Çünkü bunu bir kerre başarabilmiş olsalar ibadete güvenilemeyeceğini de bilirler. Hz. Peygamber bile “Sana, hakkıyla ibadet edemedik ey Ma’bûd!” buyuruyor? dedim de bunun üzerine sen gülerek dedin ki: “Küllün ya’melü alâ şâkiletih” âyetine göre, herkes kendi “ilâh-ı mûtekad”ına ibadet eder. İnsanların büyük çoğunluğu âlemlerin Rabbi olan Allah’a değil de, kendince Rabb diye vehmettiği şeye tapar. Nebiler ve veliler âlemlerin Rabbine ibadet ederler. Vehim ve zanna dayanan Rabbe kulluktan kurtulup, gerçek anlamda âlemlerin Rabbine ibadet edebilsek, hepimiz kâmil insan oluruz. O zaman dünyamız bambaşka bir dünya olurdu. Nebiler ve veliler âlemlerin Rabbine ibadet ettikleri için, yaratılmışlar arasında fark gözetmezler, bütün mahlûkata aynı şefkat ve merhametle yaklaşırlar. İşte Fatiha Sûresi’nin başındaki “Rabbi’l-
  • Yüksel Özhas quoted10 months ago
    âlemîn” vehim eseri olan Rabbe değil, gerçek Rabbe ibadet etmenin gereğine tenbih içindir. Bu maksatla orada sarahatle yer almıştır.” diyerek beni uyarmıştın. Sonra da bu mesele üzerinde uzun uzun konuşmuştuk. Her kulun, Rabbim dediği şeyin ancak kendi idrak ve ihatası seviyesinde olabileceğini bana kabul ettirmiştin…
    İlahî kudret karşısında kulun ne kadar aciz olduğunu biliyoruz. Hani o son akşam sana şaka yollu takılmıştım: “Konuşmacı olarak gittiğin yerde halka, Mîraca nasıl çıkılacağını mı anlatacaksın?” demiştim. Daha doğrusu sen bana “Mîracın mübarek olsun.” demiştin de bunun üzerine ben de sana “kim çıktıysa ona mübarek olsun. Yahu, Mîraca çıkan yok, çıkaran var. Görmüyor musun âyet ne diyor? Kulunu bir gece aldı götürdü” diyor. Koskoca peygamberi kendisi alıp götürüyor, bize gelince kılın namazı, çıkın Mîraca, buyuruyor. Kul gücüyle olacak şey mi bu? Galiba Fatiha Sûresi’ndeki “iyyake nesteîn” bunun içindir.” dedim. Sen de tasdik eder gibi başını salladın. Sanki o gece gideceğini biliyordun. Ben bu akşam gideyim de sen de gör, diyor gibiydin.
    Seninle beraber sohbete dalınca, zaman ve mekân boyutlarının tayyolduğunu hissederdim. Dünyayı unutur, onun hemm ü gamından da kurtulurdum. Seninle olan dostluğumun ebedî olduğunu biliyorum. Ben sana, senin gidişine değil, senden uzak kalışıma yanıyorum. Sana yazarken seninle beraber
fb2epub
Drag & drop your files (not more than 5 at once)