Horasan erenleri” denen ateşli tarikat propagandacıları, imanlarını bu taze kuvvetlere aşılamaya ve onlara hükmetmeye pek çabuk muvaffak oldular. İslâm dini ile rabıtaları gevşek olan bu göçebe kitleler, bıkmak ve usanmak bilmeyen bu tarikat mürşitlerine derhâl samimiyetle bağlanıyorlar ve temsil ettikleri tarikatı imanla benimsiyorlardı. Bu bağlanma ve benimseme, onlara çok yüksek menfaatler vâdediyordu ve bu va’din tahakkuku da fazla gecikmiyordu. Bu “gazi-dervişler”, emirleri altına giren kitleye evvelâ yegâne gaye olarak “cihad” ve “î’lâyi Kelimetu’llaah” umdelerini aşılıyor ve sonra bu umdelerin tahakkuku için lâzım gelen bilgi ve tecrübeyi veriyor, yolu gösteriyor, onları teşkilâtlandırıp sevk ve idare ediyorlardı. “Alp” ve “abdal” gibi unvanlar taşıyan bu mürşitler, evvelâ Bizans topraklarını harben işgal ediyor ve sonra oraları tamamen “İslâm-Türk toprağı/dârü’l-sulh” hâline getirmek için muazzam bir faaliyete girişiyorlardı.